İnternetten televizyona her türlü iletişim aracılığıyla verilen sağlıklı yaşam reçeteleri, insanların aklını karıştırabiliyor. Bu konuda...
Sağlıklı beslenme ya da kaliteli yaşam denince akla ilk gelenler; kurallar, kısıtlamalar, yasaklar ya da ‘kibrit kutuları’yla ölçülen peynirler. Aslında bireyler böyle düşünmekte haksız da değil. Ancak bu yanlış algılamalar, insanların sağlığına katkı sağlamamızı engelliyor. Danışanların bir pratisyene sinirlenip, ‘inat olsun’ diye, söylenenin tam aksini yapmasına bile yol açabiliyor. Daha da üzücü olan, tedavi amaçlı hazırlanan beslenme planlarından insanların sıkılarak vazgeçmesi.
Empati yapmak
Ben, “Tüketicilerin, danışanlarımın veya okurların gözüyle olaya nasıl daha iyi bakabilirim?” diye çok düşünüyorum. Bunu başarmanın iki yolu olduğunu gördüm. Birincisi, danışanlarımla görüşmelerimde onlarla empati kurmaya, onları gerçekten anlamaya çalışıyorum. Bunu yaptığımda aslında alışkanlıkları değiştirmenin hiç de kolay olmadığını görüyorum ve onları anlayışla, saygıyla dinliyorum. İkinciyse, danışanlarımla açık bir şekilde konuşmayı seçiyorum ve benimle gerçekten pazarlık etmelerini istiyorum. Ve onları en mutlu edecek ortak sonucu bulmaya gayret ediyorum.
Herkes haklı olarak basit öneriler bekliyor. Önerilerin; bütçeye uygun, kolay alınıp hazırlanabilen, ev halkını da içine alan, çalışan insanlar için pratik, çocuklar için okula uygun olması gerekiyor. Ama en önemlisi, gerçekçi ve günlük hayata uygun olmalı. Bu iş daha da zorlaştıkça ve katı kurallar içinde telaffuz edildikçe, bireyler korkuyor, sonra da onları tamamen kaybediyoruz. Ya da onlar bizi kaybediyor...
Bir öyle bir böyle
Katı yasaklar koymak daha büyük zararlar verebiliyor. Bireylerin bu kadar zorlanmasının nedenlerinden biri de maalesef biz oluyoruz. Tabii ki tüketiciye beslenme ve sağlık önerileri yaparken iyi niyetliyiz. Onların daha sağlıklı olmalarına, iyileşme ve gelişmelerine yardım ederek, faydalı olmak istiyoruz. Ancak tüketici yoğun bilgi bombardımanı altında eziliyor ve kafası karışıyor. Biz de ne yazık ki, yarar yerine zarar verebiliyoruz.
Örneğin; üzümü ve narı “Harika bir antioksidan” diye öneriyoruz. Kısa bir süre sonra da, “Üzüm ve narın aşırı yenmesi kan şekerini yükseltebilir” diyoruz.
“İlaç ve sağlıkta reklam ciddi sorumluluk. Olaya bağımsız ve objektif bakmalıyız” noktasından bazen uzaklaşıyoruz. Doğru bilginin kaynağı akademisyenler ve gerçek uzmanlar yerine, sihirli formülleri olanlara itibar ediyoruz.
Mucizevi ilaçlar internette, yazılı ve görsel basında yer alıyor. Tamamen ticaret odaklı olan bu sektör gittikçe tehlikeli bir hal alıyor. Ciddi bulduğum bir haber kanalı yöneticisi, “Parayı veren çıkıp istediğini konuşur hale geldi” diyerek, artık sağlık programı yapmaya çekindiklerini söylüyor. Ben de aynı endişeyi taşıyorum ve insanların televizyon karşısında izlediği ve gördüğü her şeye körü körüne bağlanmaması gerektiğini belirtmek istiyorum.
Bizlere çok iş düşüyor
Sağlık, diyet ve beslenme çok geniş, karmaşık bir sektör. Sürekli bilgiler tazeleniyor hatta değişiyor. Üzerinde durulması gereken önemli bir konu da, tüketicilerin neyi, ne zaman, neden yaptıklarının bilincine varmalarını sağlamak.
Bilinçsiz tüketim
Danışanlarımızdan biri, sağlıklı beslendiği için kilo aldığını söyledi. Duydukları, okudukları onu sağlıklı beslenmeye (!) yönlendirmiş ama miktarını bilememiş. Ceviz, brokoli, kepekli ekmek, fındık, balık, tavuk, köfte, yoğurt, yulaf, elma, incir, kayısı, bol bol zeytinyağı... derken kilo almış. Bize geldiğinde bunları yasaklayacağımızı zannediyordu ama biz aynı malzemeyi sadece dengeledik. Şimdi her şeyi yiyor ama ölçülü. “Faydalı” denen besinlerin ne kadar yenileceğinin bilinmemesi en büyük zararlardan biri.
Hepimizin iletişim ve insan psikolojisi konusunda daha hassas olmaya ihtiyacı var. Bizlerin ifadeleri yanlış anlaşıldığında bu, tüm sektöre geri dönüyor ve hepimiz zarar görüyoruz. Bu konularda daha sorumlu, titiz olmaya danışanlarımızın ve hastalarımızın bakış açılarını, neler hissettiklerini anlamaya çalışarak onlara rehberlik edelim.
Dilara Koçak
Hiç yorum yok